26 Ağustos 2012 Pazar

Dertler Bitmez!


Dün akşam ligin 2. haftasında Kadıköy'de Gaziantepspor ile karşılaştık. Cezalı olduğumuz için sadece kadın ve çocukların tribünde olduğu bir başka maç lakin aynı zamanda uzun süredir konuşulan, karşılıklı hataların olduğu ve önlemi yönetimsel düzeyde alınmamış Aykut Kocaman - Alex gerginliğinin maç öncesi kamuoyuna en net yansıdığı bir ortam mevcut.

Aykut Kocaman ile Alex arasındaki adını tam olarak koyamadığım ama genel bir ifade ile gerginlik dediğimiz durum konusunda son gelinen durum oldukça can sıkıcı. Taraftar kendi arasında bir tercih yapmak ve adeta zorunlu bir şekilde haklı-haksız durumunu ortaya koymak adına kutuplaşmış durumda. Herkesin bir fikri olacaktır mutlaka ve bu fikirler uyuşmak zorunda değil. Benim de bu konuda fikirlerim var ancak bunlar kendi fikirlerimdir ve kimseye dayatmak gibi bir amacım asla olmayacağı gibi pek tabii mutlak doğruları göstermeyebilir.

Bu gerginliğin öncesi de var diye biliyoruz ama bu denli aleni bir hal alması geride bıraktığımız hafta içi oynanan Şampiyonlar Ligi play-off turu ilk maçında Alex'in Aykut Kocaman tarafından yedek bırakılması ardından sosyal medyayı bana göre çok yanlış kullanması ile oluştu. Bana göre kaptanın Aykut hoca tarafından Spartak Moskova karşısında ilk 11 başlamaması doğru karardı. O maç özelinde doğru olduğunu düşünüyorum. Buraya hemen tekrar iliştirmek isterim ki bu Alex'in geçen sezonun Galatasaray ile oynanan lig finalindeki sakatlığının henüz tam geçmemesi detayı ile ilk 11 başlamadığı maçı ayrı tutarak yedek kulübesinde başladığı 2. maç olarak aklımda (ilk sezon ligdeki Trabzon deplasmanı ve bu son Spartak Moskova deplasmanı dışında sakatlık-ceza durumu yokken Alex hep ilk 11 başladı). Dolayısıyla nadirden de az gerçekleşen bir duruma Alex'in fazla kötümser bir reaksiyonu günümüzün en tehlikeli kitle iletişim mecrası haline gelen twitter üzerinden verdiğini düşünüyorum. Bu benim açımdan kaptanın net yanlışıdır. Aykut hoca'nın Alex'i Gaziantep maçı kadrosuna almamasına birebir etkendir diye düşünüyorum. "Kıskançlık" kelimesi bu gerginlikte hiç ama hiç olmayacak, fazlasıyla yanlış bir argümandır. Üzüldüm halen de üzgünüm durumun bu kelimeye indirgenmesine.


Sonrası dün akşam Gaziantepspor maçında yaşadıklarımız. Maçı yazamıyorum aslında galibiyete çok ihtiyacımızın olduğu ve sonunda 3-0 kazandığımız maçla ilgili bir şeyler karalamak isterdim. Mehmet Topal, Sow ve yine Kuyt'ın golleriyle nefes aldık! Ancak nefes alırken yine dertlendik ve aldığımız o nefes adeta bir efkar nefesi gibi oldu. Maçı 1-0 önde götürdüğümüz sırada dakikalar sanırım 70 civarı, tribünlerden "Aykut söyle, Alex nerede" diye bir tezahürat mı desem tezahürat böyle olmaz da bir slogan başladı ve giderek büyüdü. Fenerbahçe'yi izlemek ve destek vermek için tribüne gelen kadın ve çocukların iyi niyetinden, saflığından yararlanıldığını düşünüyorum. Kendiliğinden gelişen, spontane bir durum olmadığını ve bariz bir art niyetle insanların kullanıldığı fikrindeyim.

Ardından başkan Aziz Yıldırım'ın mikrofonu kapıp bu duruma el atması. Bu da ilk anda doğru gibi gelse de hoşuma gitmedi ama insanların hür iradesi ile bir fikir beyan ettiklerini düşünmediğim için Aziz Yıldırım'ı da düşünerek şaşırmadığımı belirteyim. Keşke olmasaydı ama sloganın gelişimini ve başındaki durumun daha kötü olduğunu düşünüyorum.

Maalesef bir kutuplaşma var. Birisi haklı, ötekisi haksız anketleri yapılıyor ama maalesef buna Fenerbahçe taraftarı ortam hazırlıyor. Medya bu durumu affeder mi? Twitter'da kan gövdeyi götürüyor, benim dediğim doğru, öyle değil böyle olmalıydı derken araya sıkıştırılan hakaretler var. Şurası da açık; Alex hatalı diyen kimse Alex'e hakaret etmiyor, etmesin de zaten ama Aykut Kocaman hatalı diyenler argümanlarına fazlasıyla kötü ifadeler de ekliyor. Bu duruma da fazlasıyla kızgınım ve dertliyim.

Şimdi sırada çarşamba oynanacak Spartak Moskova rövanşı var. Turu geçmeye yetecek skoru alırsak ne ala, aksi durumda dertler bitmez!

22 Ağustos 2012 Çarşamba

2. Gol?


Zor günlerin içinden geçiyoruz, geçmeye çalışıyoruz. Aslında bu günleri zorlaştıran şeyler var, ben onları sevmiyorum. Beni bilen sizler de bunların neler olduğunu biliyorsunuz. Bu tip dönemlerde en çok ihtiyaç duyulan şey sahada alınan sonuçtur. Kazanırsan üzerine yönelmiş oklar yaylarında gergin halde beklerler, en azından ilk kötü sonuca kadar yaylarından fırlamazlar! Fenerbahçe'nin de sahadan pozitif sonucu çekip alması bu dönemin en gerekli gerçeği!

Dün akşam Moskova'da Şampiyonlar Ligi gruplarına kalabilmek için son engel olan Spartak Moskova karşısına çıktık. Açıkçası ben maç öncesi hislerimde geride kalan 4 resmi maçı düşünerek buradan pozitif bir sonuç ile Kadıköy'e döneceğimizi düşünüyordum. Olmadı, meşhur operasyon sonrası koptuğumuz! ve rakibimiz olan Emenike'nin golüne Kuyt ile karşılık vermemize rağmen canımı sıkan o 2. gole engel olamadık ve Kombarov'un sayısı ile 2-1 kaybettik. Ben çocukken deplasmanda alınan tek farklı gollü yenilgilerin çok ayrı bir önemi vardı ve eğer olursa bu tip yenilgilere çok üzülmez, rövanşa umutla bakardık.

Bugün kağıt üstünde hala deplasmanda atılan golün önemi var lakin ben artık en kötü beraberlik hatta kazanacağımıza dair düşüncelere kapılmaktan mıdır nedir o 2. gole çok bozuldum. Bir kere golün oluşumu da kötü, önceki yazılarda arada vurgu yapmaya çalıştığım "kötü goller yiyoruz"un devamı gibiydi. Kombarov kornerden gelen topa gelişine vuruyor, ayağına oturmasını falan geçtim o topa öyle rahat vurdurmamak veya hiç vurdurmamak gerek! Kombarov'un vurduğu yere en yakındaki adamımız da Kuyt, saygıyla selamlıyorum. İnanılmaz efektif oynuyor, müthiş çalışkan, tam bir working class hero! Buraya sıkıştırmakta sakıncası yok, geçen sezon Liverpool'da 2 gol atması üzerine Muslera da (o penaltının atılmasından rahatsızlık duymadan) 1 gol attı diye müthiş espri yapanlara 5 resmi maçta 5 gol ile adeta biz ayrı dünyaların insanlarıyız diyor.

Beni tedirgin eden skora döneyim. Öncelikle Fenerbahçe ile ilgili hiç kötümser olmadım, kötü giden birşeyler varsa bile bunu eşimle dostumla dertleşerek yaptım, eskiden twitter da yoktu, aramızda hallediyorduk! Şimdi yine kötümser değilim lakin bize yetecek o klasik 1-0'da tur atlıyoruz gerçeğine inanamıyorum. Öyle bir dünya yok gibi geliyor bana, gerçi bir yandan da böyle olmaz denilen durumlarda gerçekleşen şeyler aklıma geliyor. Tur Kadıköy'e kaldığı için ortada gibi de olsa kazanmak zorunluluğumuz gerçeğiyle % 45 - 55 aleyhimize bir durum olduğunu düşünüyorum (isteyen % 40 - 60 veya daha da kötüleştirebilir). Sonuna kadar kovalayacağız!

Son olarak Aykut Kocaman! Dün akşam sahaya çıkardığı ilk 11 ile ilgili bana göre hiçbir sıkıntı yok. Biz bu yollardan çok geçtik, o istenilen ilk 11 her neyse, alınan skor 2-1değil 3-1 olsa o istenen ilk 11 itin pardon yerin dibine sokulacaktı. Hoca Spartak Moskova ile kora kor mücadele olacağını kestirmiş ve doğru oyuncular ile bu mücadeleye ortak olmayı planlamış. Takım bana göre dün akşam kora kor mücadele etti, hücumda kadro yapısı nedeniyle yeteri kadar üretken olamadı ve maalesef hala kolay goller yiyor.

Şu aralar biraz acı çekiyoruz ama bu günler de geçecek. Hayatta da böyle değil mi? Bazı doğruları acı çekerek öğreniyoruz. Biz Fenerbahçe'yiz, onu yeneriz, bunu yeneriz ile olmuyor bu işler. Sabredin, takımın başındaki insanın değerini gidince aramayın!

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Beraberlik


Lig'in ilk haftasında oynayacağımız Elazığspor maçının Elazığ'daki saha bakım çalışmalarının tamamlanmaması nedeniyle İzmir'de oynanacağı açıklandıktan sonra sıra İzmir'e gitmeyi çok isteyen bizler için organize olmaya gelmişti. Maçın bayram arifesine denk gelmesi, bayramla birleştirilen tatiller gibi hayatın başka dinamikleri mevcut ancak öte yandan Fenerbahçe'sinin yanında olabilmek, takımını yalnız bırakmama isteği ile bunları yok sayan kocaman bir tutku!

Maçın öncesindeki hafta içi ilk engel Elazığspor yönetiminin açıkladığı bilet fiyatları oluyordu. Taraftarın takımının yanında olabilmek adına yansıttığı o saf ve iyi niyeti sömüren bilet fiyatlarını Fenerbahçe tribün grupları ortak bir hareketle protesto ediyor, bilet fiyatları aşağı çekilmez ise maça gelmeyeceğini bildiriyor ve bu ortak protesto ardından bilet fiyatları aşağı çekiliyordu. Bu protesto muhalif tribün algısının yanlışlığı yanında gerçekten muhalif tavrın elde edebildiği bir sonuç açısından tarihteki yerini alıyordu.

Bilet fiyatlarını aşağı çekmiştik ama İzmir'e gitmek için organize olmak kolay değildi. İlk paragrafta saydığım nedenler etkiliydi fakat yine de İzmir'e gitmek isteyen güzel Vamos Bien insanları vardı. Kimisinin yaşı küçük, kimisinin ilk deplasmanı, kimisi bu yolları çok gidip gelmiş...Önemli olan yola çıkabilmek ve onun öncesinde gösterilen çabadır.

Ve Cuma gecesi Kadıköy Evlendirme Dairesi'nin karşısından bindiğimiz minibüsümüz ile İzmir yollarına düştük. İstanbul'dan Türkiye'nin çeşitli yerlerine bayram ziyaretlerine memleketlerine veya tatile giden halk ile o büyük sabır gerektiren trafiğin içine daldık. Sıkışmış trafik içinde hiç te sıkılmış değildik, yola çıktığımız minibüsümüz içerisindeki o samimi ortam, evde yapılmış poğaçalar, kekler ve Fenerbahçe'ye doğru gittiğini bilmek çok güzeldi. Şarkılar, türküler, aşılan her bir kilometre ile yerini yeni bir Vamos Bien bestesine bırakacaktı.

Ercan çoğu kişinin bilmediği o güzel sesi ile söyledi Kızılırmak'tan konfeksiyoncuları...bizler onu dinledik, sonra eşlik ettik, hep beraber söyledik. Hayatımızda çok önemli bir yeri olan Fenerbahçe'ye ve tribüne uyarlamak kaçınılmazdı. Herkes birşeyler kattı ve yeni bir yol bestesi çıktı. Yakında dinleyeceksiniz...

İzmir'e vardık ve Vamos Bien'in İzmir'de yaşayan dostları tarafından karşılandık. Yine misafirperverlik nedir gördük, yine dayanışma nedir yaşadık. Denizli'de yaşayan kardeşlerimizin de katılımı ile Vamos Bien ailesi İzmir'de hazırdı. Önce Konak'ta imece usulü hazırlanan kahvaltılarımıza yumulduk çünkü yol boyu Tuba ve Yiğit'in evden getirdikleri ve Fatih'in kalender alışverişleri dışında birşey yiyemiştik! Bu durum besteye yansımış olabilir, sanırım önden sinyallerini veriyorum!


Kahvaltı sonrası bir İzmir klasiği olan yürüyerek Alsancak Kordon'a vardık ve maç saatine kadar burada vakit geçirdik. Güzel bir sokak içinde tezahüratlar, boğazımızı serinleten içecekler ile sesimizi şehre yansıttık. Grubumuz dışından insanların bizi görüp, yarattığımız o samimi ortama katılma isteklerini gördüm, mutlu oldum. Haklıyız, Kazanacağız, yeni bestemiz ve Fenerbahçe tribününde söylediğimiz tezahüratlarımız Alsancak Kordon'da yükseldi.

Buradan İzmir Atatürk Stadı'na doğru olan bir İzmir klasiği yürüyüşüne başladık. Her zamanki güzergah üzerinden yıkılması planlanan Alsancak Stadı'nı belki son kez görerek, selamlayarak stada vardık. Bir kısmımız tribüne girmeli ve konuşlanmalıydı, bir kısmımız ise polis tarafından göz altına alınan pankartımızı en azından geri alıp minibüsümüze koymak için dışarıda kalmalıydı. Evet İstanbul'dan getirdiğimiz "haklıyız, kazanacağız" pankartımız tribüne sokulmayarak polis tarafından göz altına alınmıştı. Aradık, klasik yarım ağızlı veya ilgisizlik dolu haller ile pankartımıza ulaşamadık. Pankartımız alınmış ve bir polis aracında tutuluyordu ama hangisindeydi? Maç sonrası gelip almamızı söylediler. Tribüne girdik, maç Herve Tum ve Dirk Kuyt'ın karşılıklı golleri ile 1-1 berabere bitti. Lige 2 puan kaybı ile başladık, üzüntümüzü içimize attık, twitter'a girmedik, maç sonrası pankartımızı geri almak için yeniden araştırmaya başladık. Yine biraz oraya biraz buraya derken pankartımızın Çınarlı karakolu'nda tutulduğu söylendi. 5 dakika mesafe, yürüyün oradan alın dendi. Neden aldınız haklıyız kazanacağız yazıyordu dedik, sakıncalı dediler. Karakolun yerini bilen yine pankartları alınan Group İzmir'den arkadaşlarla Çınarlı karakoluna vardık. Pankartımız polis otosunun bagajına sıkıştırılmıştı, geri aldık. Çeşitli nedenler ile yine Çınarlı karakolu'nda tutulan Elazığ'lı arkadaşlara geçmiş olsun diyerek geri döndük.

Maçın bitiminden sonra 1 saatlik bu mücadele ile "haklıyız, kazanacağız" pankartımız tekrar omzumuzdaydı. Bir kısmımız minibüste beklerken bir kısmımız pankartı almaya gitmiştik; sonra fark ettim ki bizimle ilk kez deplasmana gelen 16 yaşındaki Barış ta abilerinin peşine takılmış, pankartı geri almaya gelmişti. Dönüşte pankartı sırtlamıştı.

Kadıköy'e doğru dönüş yoluna geçtik. 24 saat önce yola çıkan bedenler tüm günü yaşayıp, tribün'de mücadeleye ortak olmuş ve yorgun düşmüşlerdi. Maçın skoru beraberlikti ama esas olan bu deplasmandaki beraberlikti.

İyi ki varsınız...

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Kötü


Süper Kupa'yı kötü oynayarak Galatasaray'a kaybettik. Sezona iyi başlayamadığımız bir gerçek. Geride kalan 2 Vaslui ve dün oynanan Galatasaray maçlarında kötü ile vasat arası bir yerlerdeyiz. Zamanla bu pozisyondan kurtulup ileriye doğru bir ivme yakalamamız şart yoksa en az oyun kadar kötü olan taraftar refleksi sonuca ve skora gidilemediğinde can sıkmaktan öteye gidecek gibi duruyor.

Dün akşamki oyunun detayına girmek istemiyorum lakin pek kötü goller yiyoruz. Volkan'ın maçın başında omzundan sakatlanıp yerini Mert'e bırakmasının hemen 2 dk. sonrasında bireysel hata ile gol yeme, Kuyt'a hücum edilirken yapılan faul (veya değil) sonrası tek uzun top ile karşı karşıya pozisyonla gol yeme ve son penaltı pozisyonun olduğu yeri düşününce durum kötü. Tabii ki hatasız oynamak mümkün değil ancak oyuncuların daha dikkatli olmaları gerekli, en azından böyle basit goller yememek için daha dikkatli olmalılar. Aykut hoca'nın bu hataları azaltabilmek için çalışmaları olmalı, teoriyi pratik ile sahaya yansıtmalıyız.

Maçın dışında 3 maç sonunda gelinen nokta Aykut Kocaman'ın getirildiği nokta! Yazının başlığı için seçtiğim "kötü" kelimesi sadece takımın oyunu değil taraftar refleksinin geldiği boyutları ifade etmesi açısından seçildi. Geçen sezon yaşamak zorunda kaldığımız ortamın adeta maskeli bir baloyu andırdığını düşünmeye başladığım tepkileri görüyorum ki bu benim kendi durumumu da iyice açıklamam gereken bir durumu da beraberinde getiriyor. Aykut Kocaman'ı çok seviyorum, oyuncu iken de öyleydi ama şimdi kendini daha çok ifade edebildiği teknik direktörlük pozisyonu olarak çok önemli ve özel bir insan olduğunu düşünüyorum. Fenerbahçe'nin başında olmasından çok mutluyum diye uzayıp giden bir durum. Ancak bunun ardına hemen eklemeliyim; Aykut Kocaman eleştirilemez değil!


Ülkede herkesin üzerine birşey konuşabileceği ve medyanın kötü algıları veya istediği algıyı kolayca yaratabildiği bir alan olan futbolda tabi ki herkes Aykut hocayı eleştirecektir. Sosyal medya hayatımıza girdi gireli eskiden sohbet tadında yapılan yorumlar artık takipçilere veya daha başka kitlelere doğru yapılıyor. Mesela dün Alex ilk 11'de başlamayacak haberi sızdığında veya art niyetli sızdırıldığında bunun bir boyutunu görebildik. Ortalık toz duman, Alex nasıl kesilir, Aykut Kocaman (bu ekseriyetle Aykut hitabı ile) kendini ne sanıyor, Alex oynamaz mı diye zincire bağlayan bir tivit sağanağı! Medyanın kasıtlı kaşıdığı ve yaratacağı gerginlikten besleneceği bir konu Aykut hoca - kaptan canımız ciğerimiz Alex konusu. Aykut hoca teknik direktör olarak geride kalan 2 sezonda Alex'i Perşembe-Pazartesi-Perşembe sıkışıklığındaki 2 PAOK maçı arasına denk gelen Avni Aker deplasmanı hariç hiç ilk 11'den kesmedi. Geçen sezonun son final maçında sakat olduğu için mecburen yedek başladığı maçı biliyorum ve özellikle yazmadım. Demem o ki bu konuda medyaya pek ekmek çıkmadı ama konuyu kaşımak için aportta bekleyecekleri kesin. Dün de kaptan ilk 11'de başladı, takımın geneli gibi iyi oynayamadı, dert değil canı çok sağolsun.

Hadi bu derdi atlattık, bu kez maçı kötü oynayıp 3-2 kaybettik ya yine Aykut! (hocam) bu işi bilmiyor, iyi hoca değil, twitter yıkılıyor, türlü türlü kötü yorumlar bakın eleştiri demiyorum, o eleştiriyi görebilsem tamam diyeceğim ama yok! Çıkarttığı ilk 11'e sallayamıyorlar, sanırım yenilen 3 gole de yapabileceği birşey yok diye bişey bulunamıyor. Bu kez 2-2'yi yakaladığımız ve Engin Baytar'ın atılıp Galatasaray'ın 10 kişi kaldığı bölümde neden oyuncu değişikliği yapmadığı konusu. 10 kişilik Galatasaray'a karşı Sow oyuna neden girmemiş? Volkan'ın sakatlığından dolayı zorunlu olan Mert ve 2-2'nin hemen sonrası kötü oynayan Mehmet Topal yerine Krasic girmiş, Topuz göbeğe geçmiş ve tek değişiklik hakkı kalmıştı.Sow girecek ama kimin yerine girecek belli değil, atış serbest! Kuyt 10 üzerinden 12 oynuyor, adeta yanıyor, çıkmaz. Alex çıksa maçın başına döneceğiz! Galatasaray 10 kişi kalmış, oyundan Alex mi çıkar, kesin takıntısı var denilen esas takıntıya döneceğiz! Bir ihtimal pozisyon benzerliği ile Caner - Stoch olabilir ama senin 90 dk.da maçı bitirebileceğin kesin mi, o son hakkını elinde tutmayasın? Takım kötü, tamam Aykut hoca kötü oynatıyor (o ne demekse artık) ona da tamam da benim eleştiriden anladığım bu değil demek ki! Siz yardırın zaten benim ne bunu engellemek gibi bir gayem var ne de öyle bir gücüm var. Mesela bana göre eleştiri Yobo'nun 1 haftalık idmanla da olsa maç kadrosuna alınmamasıdır. Serdar Kesimal sakatken ve 2 stoperin sahada iken yedek stoperin olmaması eleştirilir. İlk sezonunda Kayseri deplasmanında aynısını yaşamış, orta sahadan Selçuk stopere devşirilmiş ve oradan yediğimiz gollerle maçı kaybetmiştik. Aykut hoca burada muhtemelen aksi durumda Mehmet Topal'ı devşiririm diye düşündü ama bence hataydı, neyse zaten oraya kalmadan kaybettik.

Eleştiri olsun, o eleştiri benim istediğim gibi olacak değil tabi, öyle bir dünya yok! Fakat ben kesinlikle birbirini kötü etkileyen bir kitlenin olduğunu düşünüyorum. 1 kişinin fikri bir anda otomatik bir şekilde 100 kişinin, 1.000 kişinin fikri oluyor. Ardından iş küfür etmeye, aşağılamaya geliyor işte bu kabullenebildiğim birşey değil.

Benim yazdıklarımı bir yerinden itibaren okumayı bırakanlar olacaktır belki tıpkı dünkü maçın ardından Aykut hocanın basın toplantısında dediklerini anlamayanlar, anlamak istemeyenler ve hatta anlamak için çaba sarf etmeyenler olacağı gibi. Aykut hocanın basın toplantısını bir kez daha izleyin, bir kez daha dinleyin!

Ve kabul ediyorum takım kötü ama bu taraftar refleksi ondan daha kötü! Fenerbahçe düzelir ama korkarım ki bu refleksler düzelmez. İşte kötü olan bu!

9 Ağustos 2012 Perşembe

Mutlu ve Umutlu


Öncelikle dün akşamki sonuçtan dolayı çok mutlu olduğumu söyleyeyim. Vaslui elenmesi gereken bir rakipti ancak biliyorsunuz geçen hafta ilk maçta Kadıköy'de alınan 1-1 beraberlik ve hemen peşinden gelen fazla kötümser reaksiyonlar ve olası bir elenme durumunda bunların artabilmesi ile maç öncesinde gerilmiştim. Aykut hoca üzerine yoğunlaşacak tepkileri düşünmüştüm. Herkes bilirkişi olacaktı, hesap soracaktı, bir sürü sevmediğim şey olacaktı ve bunları düşünüp maç öncesi sıkılmıştım.

Ancak Fenerbahçe kendi sahasında bilmem kaç maçtır yenilmeyen Vaslui'yi Caner, Kuyt (2) ve Sow'un güzel golleriyle 1-4 yenerek Şampiyonlar Ligi play-off turuna kaldı. Yukarıda saydığım kötümser ihtimaller ilk kötü sonuçta ortaya çıkmak üzere rafa kalktı! 1 hafta önce kötü oynayan Fenerbahçe dün akşam daha iyi oynarken geçen hafta yanlış ilk 11 tercih eden Aykut hoca bu kez bana göre doğru 11'i sahaya sürdü. Maça iyi başladık, tur için kilit golü erken bulduk, Vaslui'nin hızlı cevabına engel olamadık, maçın içinde gel-gitler yaşadık ama geçen haftaya göre daha iyiydik. 2. yarının başında Volkan'ın penaltıyı kurtarması ardından Kuyt'ın kale direklerinin birleştiği noktaya yakın yerdeki örümcek ağlarını alan muhteşem golü ile turu kaptık.

Kuyt çok önemli bir isim. Yıldız olup sahada bununla ilgili en ufak bir ister şımarıklık deyin ister kapris deyin görmediğiniz çok güzel bir adam. Aykut hocanın transferdeki bu ince ayarını sevdiğimi daha önce çok söyledim, olsun bir daha söyleyeyim. Sow'un maçın bitiriş golünü atması da çok güzel oldu tıpkı golün kendisi kadar. Onun Fenerbahçe kadrosunda olmasının ne kadar önemli olduğunu hatırlamak, hatırlatmak açısından değerliydi.

Vaslui'yi elemek Avrupa'da minimum Aralık ayına kadar yola devam etmek demekti. Şampiyonlar Ligi'nde tek başına yer alıp pastadan gelecek parayı kasaya atmayı hesaplayan ezeli rakibe henüz değil demekti. Farkındayız bir sonraki tur olan play-off turunda rakipler zorlu ve Şampiyonlar Ligi gruplarına kalabilmek kolay değil. Ezeli rakip yine aportta bekleyecek ama biz de pes etmeyeceğiz, istediğimiz olmazsa da Avrupa Ligi gruplarında devam edeceğiz.

Bitirirken de eğer bu yazıyı okuyorsanız hemen bundan 2 önceki Sezon Başı yazısına ve özellikle son paragrafa bir daha bakın diye rica edeyim. Enseyi hemen karartmayın!

3 Ağustos 2012 Cuma

Krasic Transferi


Güzel transfer, önemli transfer. 2 sezon önce de Aykut hoca'nın istediği, o zaman Juventus ve İtalya Serie A'nın ağır basması nedeniyle olmayan ancak yine bugün öneminden birşey kaybetmemiş bir transfer. Bir taşla ikiden fazla kuşu vuran bir transfer Krasic transferi. Kuyt ve Mehmet Topuz'un birden fazla bölgede oynayabilme özelliklerini tetikleyen bir transfer. Benim açımdan Mehmet Topuz'un orta sahaya alınmış yeni bir oyuncu olmasına neden olan bir transfer.

Milos Krasic şöyledir, böyledir, şu özelliğine bayılacaksınız diyecek halim yok lakin Krasic transferinin uzun vadeli bir Aykut Kocaman transferi olduğunu, özellikle ayrılık vaktinde çok üzüleceğimiz Alex'in olmadığı önümüzdeki sezon bu transferin değerinin ortaya çıkacağını söylemek isterim. Zamanı gelince belki dönüp buraya bakar ve gülümseriz.

Bir de bu transferin taraftar etkileri açısından bir paragraf açmak gerekirse, taraftarda oluşan ve beni son birkaç gündür rahatsız eden "Krasic tamam güzel transfer de orta saha merkeze adam lazımdı, Vaslui serisi başlamadan alsaydık, çok geç kaldık!" serzenişlerine kurban gitmemeli bu transfer. Bizim oturduğumuz yerden düşündüğümüz gibi veya menajerlik oyunundaki gibi olmuyor transfer işleri ve "parayı bastır adamı al" düşüncesi ile hiç alakası olmayan çok güzel bir hocamız var. Günü kurtarmanın değil planlı transferin, uzun vadeli kadro yapılarının ve yapılan transferin kapsadığı en ince detaya kadar düşünmenin doğru olduğu bir bakış açısı. Aykut hocayı çok sevmenin detaylarından sadece bir tanesi.

Milos Krasic hoş geldi, rüzgar sevenlerin gözü aydın!

2 Ağustos 2012 Perşembe

Sezon Başı


Sezona dün akşam oynanan Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme maçı ile resmen başlamış olduk. Rakip Romanya'dan Vaslui. Kura çekimindeki muhtemel rakipler süzülene kadar neredeyse ismi ile karşılaştığımız bir takım değil. Dolayısıyla Fenerbahçe için rakibin elenmesi gerekliliği baskısını otomatik cebe atan bir durum. Elemeliyiz tabii ki lakin yine sezon başı gibi bir gerçekle karşı karşıyayız!

Sezon başı resmi maçlarına fırtına gibi, hadi abartmayayım yeterince iyi giren takım sayısı çok fazla değil sanırım. Diğer takımları bırakıp Fenerbahçe için konuşayım, açıkçası pek hatırlamıyorum. Sezon başındaki ağır fiziksel yükleme temelli antrenmanların etkisi olsa gerek sezon başındaki maçlar tatsız geçiyor, araya sıkıştırdığın gol veya gollerle kazanırsan ne ala ama onun dışında sevimsiz bir durum var gerçekten.

Dün akşam da Fenerbahçe oldukça kötü oynayarak Kadıköy'de istediği sonucu alamadı; 75'te yediği gole maçın bitimine kısa süre kala Bekir'in kafası ile karşılık verince 1-1 ile yetinmek zorunda kaldı. Bilemeyiz tabi ama Kadıköy'de yenen gol tura mal olabileceği gibi Bekir'in son dakikada attığı gol turu geçme konusunda kritik olabilir. Bunu önümüzdeki çarşamba akşamı göreceğiz.

Takım kötü dedik, bunun sezon başı kötülüğü olmasını umuyorum ve öyle düşünüyorum. Aykut hoca da ilk 11'deki Semih tercihi ile yanlış yaptı diye not düşelim, bunun sezon başı gibi bir etkene bağlı olmadığını biliyoruz. Semih fazlasıyla geriye gitmiş durumda ve maalesef koca ilk yarıyı boşa geçen bir zaman gibi görebiliriz. Aykut hoca daha sonraki oyuncu değişiklikleri ile bana göre olması gerekeni yaptı ama takım üretemedi, etkili olamadı. Rövanşta iyi bir diziliş ve mutlaka daha iyi oynamalıyız. Gol veya gollere ihtiyaç olacak.

Bir de kimseye akıl verecek değilim ve bunu da emin olun hiç sevmem ama hocaya ve futbolculara tepki için fazla acelecilik olduğunu düşünüyorum. Büyük kitleler içinde tabii ki tek tip reaksiyon görebilmek imkansız ancak sezon başındayız diye noktalıyorum.