10 Mayıs 2013 Cuma

Benfica Deplasmanı - Uzun Bir Yol Hikayesi


Aslında herşey ilk Avrupa deplasmanımız olan Marsilya deplasmanı ile başladı. Şöyle ki; daha grup aşamasında oynanan ama futbol ve taraftar kültürü açısından ön sıralara giren Marsilya deplasmanına gitmeye heves etmiş ve bunu olabilecek en ekonomik şekilde başarmıştık! Oldukça endüstriyel ve kolay ama pahalı bir şekilde değil biraz meşakkatli ama ekonomik ve hatta maceralı rotalar üzerinden deplasmana gitmek! Marsilya bizim için ilk olması ve yaşadığımız tecrübeler nedeniyle önemli bir yere sahip, dolayısıyla da Benfica deplasmanı için de bize yol gösterici oldu.

Bildiğiniz üzere Fenerbahçe bu sezon tarihinin Avrupa kupalarındaki en üst seviyesi olan yarı finale kadar ulaşmayı başardı. Grup aşamasını lider bitirdikten sonra 2. turda Belarus'tan BATE Borisov, 3. turda Çek Plzen'i elemeyi başardı. Bu turlarda deplase olamayan biz, çeyrek finalde tıpkı ilk paragrafta vurgu yaptığım gibi futbol ve taraftar kültürü açısından deplase olmak adına ön sıralarda olan Lazio deplasmanına da kendilerinin tıpkı bizim 2. ve 3. turlarda aldığımız taraftarsız oynama cezası nedeniyle deplase olamadık! Lakin önemli değildi, Fenerbahçe Lazio'yu çeyrek finalde elemiş ve adını yarı finale yazdırmıştı! Çekilen kura sonucu Chelsea - Basel eşleşirken, bize de Benfica düştü!

Kura sonrası havayolu firmaları kurayı bizim gibi canlı izlemiş olacaklar ki anında Lizbon tarifeli seferleri 2.000 TL ve üzeri fiyatlara ulaştı! Bu yollar bize tersti ama Fenerbahçe'nin yanında olmak isteği olunca herşey olurdu! Tabii ki zaman dardı, elde vize yoktu ve deplasmanda oynanacak maç için 15 gün vardı. Grubumuzun ağırlıklı eğilimi olursa esmer olsun tadında olursa Amsterdam olsun ve finale deplase olalım şeklindeydi. Ekonomik ve diğer şartları düşününce belki anlaşılabilir tabi ancak ben hep şunu dedim; olasılıklar üzerinden değil de gerçekler üzerinden plan yapmak daha doğru. Amsterdam olasılıktı ama oynanacak gerçek bir Benfica deplasmanı vardı!

Böyle düşünen ve şartları zorlayan ben, Haluk abi, Reşo, Emre ve Giray Vamos Bien'i temsilen Benfica deplasman yoluna düşmeye karar verdik! Öncelikli iş ekonomik ulaşım rotasıydı ve Emre haritayı açmış bi tarafı Atlas Okyanusu diğer tarafı İspanya olan Portekiz'e yakın uçuş rotalarını ararken karşısına THY'nin Bilbao seferi çıkmış ve gidiş - dönüş 350 TL olan bu ucuz bilet fişeğin ilk yandığı an olmuştu. Bu bilet alınıp riske girilecekti ve diğer yandan olmayan vizeyi almak için bilinen gereksiz evrakları toplamak, iş yerinden izin almak vs. gibi şeyler halledilecekti. Bir yandan bunları organize ederken yarı finalin ilk maçı 25 Nisan'da Kadıköy'de oynanıyor ve hepimizin lütfen Lizbon'a umudu taşıyalım hisleri ile girdiğimiz maçı Cristian'ın penaltısının, Sow'un kafasının ve Kuyt'ın şutunun direkten dönmesini kapsayan şekilde Egemen'in kafa vuruşunun direğin içine çarparak girmesiyle 1-0 kazanmıştık! Gol yememiş ve çok uzun bir süredir yenilmeyen Benfica'yı gayet iyi oynayarak yenmiştik. Final umudu ile Lizbon yollarına düşüyorduk.


Tribünde omuz omuza verdiğimiz dostlarımız Cefakar Kanaryalar ve ÜNİFEB'den dostlar ile bu ekonomik ama biraz meşakkatli rotayı paylaşmış ve beraber hareket etme kararı almıştık. Bilbao'ya gidiş ve hatta dönüş gayet ekonomikti fakat Bilbao ile Benfica deplasmanını oynayacağımız Lizbon arasında yaklaşık 1.000 km mesafe vardı. Olsun dedik, biz Fener için uçak yolculuğu arkası 1.000 km yol da gider, Lizbon'da onun yanında olur, ona ses oluruz dedik! Öteki türlüsü ne bize uyar ne de biz ona uyarız dedik. Marsilya deplasmanında olduğu gibi Haluk abinin önceden tecrübe ettiği ve bize önerdiği araba kiralama olayına giriştik (orada da ucuz biletle Lyon'a inmiş ve Marsilya'ya kiraladığımız araba ile ulaşmıştık). Araba kiralama işi uzun sürdü, bu kısmı tatsız hatırlıyor ve geçiyorum. Türkiye'den İspanya'ya inerken kazandığımız 1 saati ziyadesiyle kaybetmiştik ve önceden yaptığımız plana göre - uzun yolu bölmek için - 30 Nisan gecesi Madrid'de kalacaktık ve hemen Bilbao'dan Madrid yoluna düştük. 4 araba kiralanmış ve takip halinde yol alıyorduk.

Yola çıkmadan önce 30 Nisan akşamı Madrid'de Real Madrid - Borussia Dortmund Şampiyonlar Ligi yarı final rövanşının oynanacağını konuşmuş ve girer bir pub'a bira çekizleyerek izleriz diyorduk. Bizim için hep 21.45 olan ŞL maç saati İspanya'da 20:45 ve biz 20:30 gibi şehre girip o koca koca endüstriyel dünya binalarına bakıp kalacağımız oteli ararken kaybolduk. Ve bu kaybolma hayırlara vesile oldu, kendimizi koca bir caddede nereye gideceğiz şeklinde ilerlerken bir anda Santiago Bernabeu'nun önünden geçerken bulduk. Arabaları anlamsız bir köşeye çekip şaşkın şaşkın stada bakıyor ve fotoğraf çekiyorduk. Bütün Vamos Bien, CK ve ÜNİFEB tayfası atkı - kaşkol şekliyle hazır olduğu için sanki maça hazır ve gelmişken tribüne neden girmeyelim haline bürünüldü. Ancak karaborsacılar yanlış adamlara kazık atmaya çalışıyorlardı. Biz şaşkınlığımız ve olağanca heyecanımızla Santiago Bernabeu etrafını tavaf etmiş ve ortamı gözlemlemiştik.


Stad çevresini, atkı satan tezgahları görüp kendimize maçı izleyecek bir pub aradık. Biraz bilerek biraz yol orayı gösterdiği için stadın karşısında Real Madrid'in bilinen tribün grubu Ultras Sur'un takıldığı sokağa girdik. Üzerimizdeki sarı-lacivert herşey adamlarda Dortmund'luyuz algısı yarattı. Bizden alenen rahatsız oldular. Bu durum maçın ilk devresinin sonuna doğru girdiğimiz Si Senor adlı pub'da da devam etti. Herkes bize garip bakıyor ve yanlarından geçerken Dortmund'a küfür ediyorlardı. Devre arası sabır sınavı sonucunu verdi; dedik ki birader biz Fenerbahçeliyiz, İstanbul'dan bugün Bilbao'ya indik, karayolu ile Lizbon'a Benfica deplasmanına gidiyoruz. Neyse Si Senor'da yemek yiyerek ve bira çekizleyerek maçı tamamladık. Real Madrid'in geç 2-0'ı final için kısa kaldı ve ilk maçı 4-1 kazanan Dortmund Şampiyonlar Ligi finaline kalmayı başardı. Bundan sonrası yukarıda yazdığım üzere Madrid sokaklarında öngörülmeyen 20 küsur Fenerbahçeli nedeniyle adeta Dortmundlu gibi tebrikleri kabul ederek geçti. Gece Cibeles meydanına yürünen yaklaşık 9.5 km yol ardından ve ismini hatırlayamadığım Madrid'in hareketli bir semtinde Dortmund taraftarının finali kutladığı yerde kendilerine Fenerbahçe tezahüratları ile eşlik ederek devam etti. Bize başarılar dilediler ve kalacağımız otele dönmek üzere oradan ayrıldık. Fakat bu kısımdan sonrası bir Vamos Bien bestesinde olduğu gibi "açlık bize, soğuk bize, yolların bize" şeklinde geçti. Madrid ayazında (tam bir karasal iklim memleketi) 2 saat kiraladığımız arabaları bekledik! Arabaları otelin oradan alacak arkadaşlar kaybolmuş ve biz onların gelip bizi almasını beklerken adeta donmuştuk!

Ertesi sabah 1 Mayıs! Bu kez 1 Mayıs'a Madrid'de uyandık! Kaldığımız otel şehir merkezinin dışındaydı, resmi tatil olması nedeniyle etraf oldukça sessiz ve biz Madrid 1 Mayıs alanına oldukça uzaktık. Otelin interneti ile Türkiye'de olan biteni öğrendik. Valilik ve emniyet "kutlamayacaksınız" demiş ve kendileri açısından son dönemin en popüler silahı gaz bombalarını alana çıkmak isteyen insanlardan esirgememişti! Bu otoriter düzen kendisine boyun eğmeyene bunu hükmetmeye endeksliydi!


Haberini aldığımız bu durumdan dolayı hassas bir ruh hali ile Madrid'den ayrılıp Lizbon yoluna düştük. Madrid - Lizbon arası karayolu mesafesi 600 küsur km ve biz maçtan 1 gece önce şehre varmayı planlamıştık. Yolculuğu daha kolay hale getirebilmek adına erzaklarımız ve CK'dan Mert'in CD'si kendi güzel muhabbetimiz dışında en büyük dostumuz oldu. Orhan ve Müslüm Babalar, İbo ve Zafer Peker şarkıları ile İspanya - Portekiz sınırını aşıyorduk. Bir şehirden başka bir şehre geçer gibi İspanya'dan Portekiz'e geçtiğimizde zamanı 1 saat daha geri almıştık. Lizbon'a vardığımızda akşam olmuş ama hava halen aydınlıktı. Kalacağımız hostel'i bulduğumuzda değişik bir mahalleye geldiğimizi anlamıştık. Değişik durumlar devam ediyordu; hostel'i işleten abi ve abla resepsiyonu bırakmış ve bir yerlere gitmişlerdi, gelmelerini bekledik. O arada etrafı gözlemliyor, hemen yanı başımıza gelen torbacıdan ve aşağı mahallenin görüntüsünden Lizbon'un Hacıhüsrev'ine geldiğimizi anlıyorduk. Hostelle ilgili soyulur muyuz tarzı endişeleri bir kenara bırakıp 20 kişi gruplar halinde odalara ve katlara dağıldık ve mahalleyi pankartlarımız ile selamladık!


Lizbon'a biz geldik demek ve bizden farklı yollar ile gelen dostlar ile buluşmak için merkeze indik. Hostel'in bulunduğu mahalle merkeze 15-20 dk.lık yürüme mesafesindeydi. Vamos Bien, CK ve ÜNİFEB stickerları Lizbon sokaklarını, yön ve trafik tabelalarını süslemeye başlamıştı. Dostlarımızla buluşup, yediğimiz yemek ardından Lizbon sokaklarını arşınlamaya başlamıştık. Daha önceden şehre gelen arkadaşların yönlendirmesi ile Rossio Meydanı, Praça do Comércio (burası ertesi gün maç öncesi takılacağımız meydanmış, denize sıfır, gayet geniş) ve Lizbon sokakları derken kendimizi Bairro Alto isimli mahallede bulduk (bu arada Bairro semt demekmiş, yazarken baktım). Burası gençlerin takıldığı, birbirini kesen 2-3 sokak arasına dizilmiş ufak pub'lardan oluşan bir yer. Alkolünü alan sokakta, ayaküstü muhabbet şeklinde takılıyor. Tabii burada da torbacılar anında yanımızda bitti. Bizim Reşo'nun da ticaret ingilizcesi bu Benfica deplasmanı ile iyiden iyiye gelişti. Reşo artık ingilizce pazarlık yapabilen ve her köşe başında birine selam verebilen seviyeye gelmişti. Fakat bir pazarlık sırasında 20 neydi diye bana sormasını ve twenty diye cevaplamamı unutmam mümkün değil! Bu arada dikkat çekici bir not; Bairro Alto mekanları gece tam 2 oldu mu kepenk indiriyorlar (fakat notu hafta içine göre yazdığımı söylemeliyim, hafta sonu sabaha kadarmış!). Biz de yol yorgunluğu ve aldığımız hatırı sayılır alkol ile kepenk indirmek üzere hostel'e geri döndük.


Ve maç günü. Fenerbahçelilerin kalbinin heyecanla attığı 2 Mayıs günü güneşli bir Lizbon sabahına Haluk abinin koğuş kalk sesiyle uyandık. Maça dair her türlü hazırlık, atkılar, stickerlar ve diğer gerekli herşey tamamdı. Hostelden çıkıp artık biraz alıştığımız Lizbon sokaklarından merkeze doğru indik. Kahvaltımızı yaptığımız mekanda açık alandaki reklam panosu üzerine astığımız, açılışını Marsilya deplasmanında yapan "Kadıköy Soul - Keep the Faith" pankartı oldukça ilgi çekerken Kadıköy ruhunun Lizbon'da olduğunu etrafa söylüyordu. Bir gün önce gece uğradığımız Praça do Comércio meydanı Fenerbahçe taraftarının toplandığı alan olmuş ve alanın rengi sarı-lacivert'e bürünmüştü! Ayrıca alanın yeri de muazzam, bir yol ile ayrılmış denize sıfır diyebiliriz. Bu alanın bizim için son derece rahat bir ortam olduğunu da söylemeliyim. Ne etrafta 2-3 tane dışında polis gördüm ne de rakip Benfica taraftarı (biliyorduk ama yerinde görmüş olduk, Benfica taraftarının atarı gideri yok). O koca meydan öğlen saatlerinden maça kadar bizi ağırladı.  Biz de maç önü bilinen rutin tarzımızı buraya yansıttık! Ankara'nın (Amsterdam'ın) bağları da, büklüm büklüm yolları bile dinledi Praça do Comércio meydanı. Tam da burada sokak çalgıcılarından bahsetmek gerek. Kulak yatkınlığı, melodiye uyum nedir denen sorunun cevabını adamlar net olarak ortaya koydu. Ankara'nın bağları dışında, Fenerbahçe marşları ve Galatasaray'ı anan besteleri hem çaldılar hem de söylediler! Günün tamamı eğlenceli geçti ve zaten başka türlü de zaman geçmezdi.




Maç saatine doğru meydandan yavaş yavaş toparlanarak Estadio da Luz'a doğru tezahüratlarla yola koyulduk. Portekiz polisinin rahat tavırlarının bir başka sonucu da maça giderken herhangi bir polis kordonu veya belirli güzergahtan toplu şekilde bir stada gidiş önlemini almaması oldu. Kendi kendimize 4'erli, 5'erli gruplar halinde taksilere atlayıp Estadio da Luz'un deplasman tribününün yolunu tuttuk. Stada doğru yaklaşmışken artan polis sirenleri ile kafamızı geriye doğru çevirdiğimizde Fenerbahçe takım otobüsünü yanımızdan geçerken yaşadığımız heyecan ve o heyecanla yaptığımız hareketler görülmeye değerdi. Taksilerden inip stadın deplasman tribününe doğru yürürken takım otobüsü tekrar önümüzden geçti, ben o sırada kollarımı yana açıp otobüsü selamladım, en önde Aykut hocayı gördüm ama o beni gördü mü emin değilim. Deplasman tribününe giriş öncesindeki arama noktasına vardığımızda yaşadığımız heyecanı yazarak anlatmam pek olası değil. Önce içeri alınması uygun bulunmayan! pankartlarımızı mantıklı ve hatta zeki sorular sorarak içeri sokmayı başardık!



Ve artık Estadio da Luz'un deplasman tribününe girmiştik! Grup aşaması, 2. tur, 3.tur ve çeyrek final derken final öncesi son aşama olan yarı final rövanşında Benfica karşısında Fenerbahçe'nin yanındaydık! Stadın mimarisinin Galatasaray'a hediye edilen Seyrantepe TT Arena'nın çok benzeri olduğunu söyleyebilirim. Daha sonra inşa edildiği için TT Arena'yı tasarlayanlar Estadio da Luz'dan kopya çekmişler diyebiliriz. Burasının kapasitesi biraz daha büyük tabii ki, yaklaşık 65 bin kişilik kapasitesi ile gerçekten görkemli bir stadın içindeydik. Maç başlamadan Benfica'nın armasında da bulunan, kendilerine simge olarak seçtikleri kartalın şovunu da yerinde görmüş olduk. Kartal kapalı tribünün çatısından serbest bırakıldıktan sonra büyük daireler çizerek alçalıyor ve santra noktasının üzerindeki standın üstüne konuyor. Gerçekten usta işi bir eğitim gerek fakat bununla ilgili not düşmem gereken şey kartalın çizdiği büyük daireler sırasında deplasman tribününe yaklaştığı o tek seferde bütün Fenerbahçe tribününün yuhlamasına maruz kalmasıydı (bu kısmı gülerek hatırlıyorum), zaten bundan sonra kartal yakınımızdan geçmeyi tercih etmedi ve inişini yaptı.

Bu uzun deplasman seyahatinin en üzüldüğümüz anı olan maça gelecek olursak, maç öncesi bizi saha avantajı ile kıstıracaklarını düşünüyor olsam da deplasmanda 1 gol bulursak 3 gol yemeyiz de diyordum. Fenerbahçe Avrupa'da bu seviyeye gelene kadar takım savunması, alanı hakkıyla savunmak ve pas ile topu tutmak adına gayet istikrarlı performans gösterdiği için bana bu güveni veriyordu. Benfica maça hızlı başlayarak daha 10. dakika olmadan Gaitan ile 1-0'ı yaptı ve ilk maçtaki o büyük performansımız o anda sıfırlandı. Stadın atmosferini gol yediğinizde anlıyorsunuz ve deplasman tribününe gidenler o andaki çaresizliği gayet iyi bilirler. TV başında olduğundan çok farklı duygular kaplıyor insanın tüm vücudunu. Zaten duygusal bir adamım, o andaki hislerimi tarif etmem yine pek kolay değil. Ve maalesef Lizbon'a gelmeden önce de kendi aramızda konuştuğumuz gibi deplasman tribünü profili tam da tahmin ettiğimiz gibi olunca çabamız tribünü kurtarmak için çok çaresiz kaldı! Belli kısa anlar dışında 3 bin küsur kişinin çoğu olaya bizden çok farklı bakıyordu. Her neyse Kuyt'ın penaltı golüyle hayatımızın en büyük sevinçlerinden birini yaşadık tribünde. Kollarımı iki yana olabildiğince açarak ve yumruklarımı sıkarak Estadio da Luz'a goooolllll diye haykırıyordum. Haluk abi ile birbirimize sıkı sıkıya sarıldığımızı hatırlıyorum. O anlarda herhalde bu rüya devam edecek diyordum. Gerisi malum; sakattık-cezalıydık, maçın içinde daha da sakat verdik, o bildiğimiz oyunu tutan Fenerbahçe olamadık. Yine de Kadıköy'de direklere takılanlara, deplasmanda Kuyt'ın çaprazdan boş kaleye yuvarlayamamasına yanıyorum ben. Ne bileyim adamlar da gayet iyi oynadılar ama sonuçta tarafım ben, üzüldüm işte. Son anlarda 3-1'i 3-2 yapma adına biraz heyecanlansak ta olmadı. Son düdükte Benficalılar haklı olarak saha ortasında birbirine koşarken ben dolu gözlerle etrafa bakıyordum. Deplasman tribününün boşaltılmasına müsaade edilene kadar kimsenin ağzını bıçak açmadı, Amsterdam rüyasını Estadio da Luz'da bırakmıştık. Başımızı öne eğmeden ayrıldık...


Stada geldiğimiz gibi kendimiz gideceğimiz yerlere ulaşacağımızı düşünürken polis maç öncesi yapmadığı şeyi yaptı ve deplasman taraftarını kordona alarak bizi stadın biraz ötesinde bir alana götürdü. Burası Benficalıların yemek yiyip, alkol çekizlediği bi yer gibiydi ve polis yanımızdan ayrıldığında biz Benficalıların hemen yanı başındaydık! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu derken Benficalılar bizi statta olduğu gibi alkışlamaya başladılar. Dediğim gibi atarlı giderli bir tayfaları yok, varsa da çok az ve biz denk gelmedik. Her neyse kaldığımız hostele gitmenin yolunu ararken metro kullanmaya karar verdik. Ve işte bir terapi böyle başladı. Lizbon metrosunun o adını bilmediğim hattı arabesk, fantezi müzik ne ararsan hepsine doydu! Buraya Portekiz polisinin yaklaşımını da not olarak düşmek gerek, adamlar bizi kartlarıyla turnikelerden beleşe geçirirken indiğimiz istasyona kadar yanımızda geldiler ve hatta indiğimiz istasyonun kapatılmış çıkış kapısını açtırdılar. Bu kadar polis övgüsü yeter! Hostele gidip üzerlerimizi değiştikten sonra kafa dağıtmak için merkeze indik. Yemek sonrası, kimimiz kapanma saatine 15 dk kala da olsa Bairro Alto'ya kimimiz Irish Pub'a niyetlenip Praça do Comércio meydanının denize sıfır tarafında bira çekizlemeye gittik. İlerleyen saatte hostele dönerken mahallenin orada evsiz bir abinin bizden çakmak istemesi ile bir muhabbet başladı. Adının Eusebio olduğundan tam emin olmadığımız bu sevimli abimiz ile Portekizce - Türkçe muhabbete daldık. Kendisi İstanbul'a gelmiş, Mike Tyson'ın arkadaşı olmuş ve birçok spor dalı ile uğraşmış, çakmak derken hiç sırıtmadan söyleyen bi abimizdi. Çakmak diyorsa Paşalı da der diyerek hemen ilk katta yatan Paşalı'yı çağırmasını istedik, çağırdı, Paşalı cama çıktı. Kimimiz odalara dağılırken, kimimiz onunla muhabbete devam etti. Evsiz olması bizi üzdü, Reşo odaya alsak mı dedi ama en sonunda THY'den kaptığımız battaniyeleri ona verdik ve ayrıldık.


Cuma sabahı erken kalkmak istediğimi Haluk abiye söylemiştim. Haluk abi Avrupa deplasmanlarında (deplasmanlar derken 2. deplasmanımız!) en erken uyanır ve çevreyi bir dolaşır. Türkiye'de uyuruz, gelmişken sağı solu görelim der. Bu kez biz de erken kalktık ve merkeze indik. Deplasmanın en turistik kısmı Cuma günü oldu. Belem adındaki yere gidip buradaki  kaleyi ve etkileyici anıtları görerek, 1800'lü yıllarda açılmış ve dokusunu olduğunca koruyarak halen hizmet veren tarihi pastanede kahvaltımızı yapıp öğleni ettik. Daha sonra uygun fiyatlı Portekiz şarapları, hediyelik eşya vs. derken bir gece önce niyetlenip gidemediğimiz Irish Pub'a gittik. Guinness'ler masaya geldiğinde suratlarımızda güller açtı. Gayet uygun fiyata Guinness içip karnımızı doyurduktan sonra akşamüstüne doğru arabaları almak için hostele döndük. Tayfa toplanana kadar Hacıhüsrev tarzı mahalledeki hostelimizin hemen aşağı köşesindeki O das Joanas isimli küçük ve sevimli mahalle barında birer bira çekizleyerek sırasıyla Lizbon'un dışındaki Sintra ve Cascais isimli yerlere doğru yol aldık. Sintra doğal güzelliği ile bizi selamlarken, Cascais net ifade ile bir sayfiye yeriydi. Burada kimisi ayağımı Atlas Okyanusuna bi sokayım diye heveslenirken ben üşendim, kim kurutacak şimdi bu ayakları dedim ve bu güzel manzarayı izledim. Cascais'te artık akşam olmuştu, kimisi akşam yemeğine otururken biz Irish Pub'tan kalan doygunlukla Cascais'in şirin sokaklarını gezdik. Gezerken burada da bir Irish Pub karşımıza çıkınca dayanamadık birer Guinness daha içmezsek olmaz dedik. Biz ısmarlayacağız derken tecrübe konuştu ve Haluk abi ısmarladı. Cascais'teki son aksiyon buranın meşhur dondurmacısına uğrayarak oldu, tadına bakmadım ama herkes süper, müthiş dedi.



Artık öğlen 2'de kalkacak uçağa yetişmek için Bilbao'ya doğru yola çıkmak gerekiyordu. Portekiz saati ile (TSİ'ye karşı PSİ) gece 12'ye doğru yaklaşmıştık ve İspanya'ya doğru geçerken 1 saat kaybedeceğimizi düşünürsek yavaştan topuklamak icap ediyordu. Lizbon'a gidiş yolumuzdan farklı bir rota da olsa yine 1.000 km civarı bir yolu almak için arabalara geçtik. Vamos Bien, CK ve ÜNİFEB 4 araba ile twitter'daki (#) hashtag'lere inat o 1.000 km'de güzel takipleştik ve kopmadan Bilbao'ya sağ salim vardık. Vamos Bien ekibini Madrid - Lizbon arası gidişte ve bu tek kalem dönüşte Bilbao'ya sağ salim ulaştıran Giray'a buradan tekrar teşekkürler. Şehre vakitli vardık, arabalarla bir gezinti yaptık. Bilbao'nun meşhur Guggenheim Müzesini  dışarıdan gördük fakat çok istediğimiz San Mames'i ziyaret edemedik ki adını bilmediğim bir caddeden geçerken bir boşluktan kendisi bize göz kırptı ama takipleşmek kolay değildi, girişini kaçırdık ve en nihayetinde uzaklaşıp geri dönemedik. Canımız sağolsun.


Artık Bilbao havaalanından İstanbul'a, Kadıköy'e geri dönme vaktiydi. Umutlu ve inançlı gittiğimiz, Amsterdam final biletini almayı çok istediğimiz Benfica deplasmanından sonuç olarak üzgün döndük ama başımızı öne eğmeden! İyi ki gitmişiz ve bu üzüntüyü de beraber orada paylaşmışız, iyi ki Fenerbahçe'nin yanında olmuşuz diye geri döndük.

Bu uzun deplasman yolculuğunda hep beraber olduğumuz, birlikte hareket ettiğimiz tribünden omuzdaşlarımız CK ve ÜNİFEB'den dostlarımıza da bir kez daha teşekkürler. Nice Avrupa deplasmanlarına da hep beraber..